Bilindiği üzere son yıllarda hızlı gelişen ekonomileri tanımlamak üzere BRIC kavramı kullanılmaktadır. BRIC; Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’i tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu ülkelere Doğu Avrupa ve Türkiye de ilave edilerek BRICET olarak tanımlanmaktadır. Diğer taraftan gelişmekte olan ekonomiler belli başlı finans kuruluşları tarafından listelenmektedir. Türkiye bu kuruluşların bütün listelerinde de çoğu kez yer almaktadır. Kısaca dünyadaki belli başlı finans kuruluşları Türkiye’yi hızlı gelişen ekonomiler sınıfına koymaktadırlar.
Son açıklanan büyüme rakamları da bu görüşü doğrulamaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye ekonomisinin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) bakımından 2001 yılının ilk çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre % 11 oranında büyüdüğünü kaydetti. Bu büyüme piyasa beklentilerinin üzerinde olarak gerçekleşmiştir. Bu büyümede; imalat ve inşaat sektörü ile özel tüketim harcamalarının etkisinin büyük olduğu açıktır.
Türkiye, bu büyüme hızı ile 2011 yılının ilk çeyreğinde %9,7 oranında büyüyen ÇİN’i geride bırakarak birinciliği ele geçirmiştir. 2008 yılından itibaren ABD’de başlayan ve dünyayı etkileyen finansal ekonomik kriz hala birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeyi zorlarken söz konusu büyüme Türkiye açısından çok anlamlıdır.
Burada sorulması gereken soru; “bu büyüme sürdürülebilir mi?” Doğaldır ki esas olan büyümenin sürdürülebilir olmasıdır. Bu konuda büyüme ile beraber ortaya çıkan dış ticaret açığı ve cari açık tehdit unsuru olmaktadır. Mayıs ayı dış ticaret verilerine bakıldığında ithalat %42,6 artarken ihracatın sadece % 11,7 oranında arttığı ve sonunda dış ticaret açığının 10 milyarı aştığı görülmektedir. Bu durum endişe vericidir. Doğaldır ki hükümet bu konuda bazı tedbirleri alarak ithalatın azalmasını sağlayacaktır.
Ancak, bu yeterli değildir. Önemli olan uzun dönemde yapısal dönüşümü sağlayabilmektir. Bunun için yapılması gereken katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesidir. Burada bir hususa değinmek isterim; bundan 30-40 yıl öncesinde otomobil üretmek çok önemli iken bugün gelişmiş ülkelerin kendi ülkelerinde otomobil üretmekten kaçındıkları görülmektedir. Çünkü otomobil geçmiş dönemlerdeki katma değeri sağlamamaktadır. Bu durum uluslar arası pazarlamada belirtilen ürün yaşam eğrisi kavramına da uymaktadır. Yani teknolojik ürünler öncelikle araştırmaya önem veren gelişmiş ülkelerde üretilir ve orada pazara sunulur (Örneğin; ABD) daha sonra yine gelir seviyesi yüksek pazarlara (Örneğin Avrupa) sunulur. Bir süre sonra bu ülkelerde üretilir ve gelişmekte olan ülkelere satılır (Örneğin Türkiye) daha sonra ise gelişmekte olan ülkelerde (Örneğin Türkiye) üretilir ve bu aşamada doğal olarak fiyatlar da en alt seviyeye inmiştir. Teknolojiyi ilk bulan ülkeler ise bu aşamada artık kendi ülkelerinde üretim yapmaz ve az gelişmiş ülkelerde üretim yaparak ihtiyaçlarını buralardan sağlarlar. Ancak, sürücüsüz otomobilin katma değer sağlayabilecek bir ürün olduğu açıktır.
O halde yapılması gereken teknolojik ve katma değeri yüksek ürünler üretebilmenin yollarını aramaktır. Yani bilgisayar teknolojilerinde, gen teknolojisinde ya da bor madeni ya da diğer madenlerin işlenmesi ve uç ürünler üretilmesi gibi konulara ağırlık verilerek katma değeri yüksek ürünler üretilebilmesi konusunda destekler sağlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki Finlandiya NOKİA cep telefonu sayesinde halkına büyük bir refah sunmaktadır.
Katma değeri yüksek ürünler üretilebilmesi konusunda önemli teşvikler olmakla beraber belki de belirli alanlar seçilerek daha yoğun destekler verilmesi daha yararlı olacaktır.
Doç.Dr.Kenan AYDIN
GÜSİAD Genel Başkanı